Tam sekiz dakika, vatandaşının boğazına basarak onun ölümüne neden olan amerikalı polis tutuklandı.
Şurası çok açık ki, tutuklanmasının ardında 3 gündür giderek yayılan protesto gösterileri var. Evet, istenmeyen bir şekilde protestolar yer yer şiddet de içeriyor, ama çok şükür şiddet, protestoların haklılığını gölgeleyecek düzeye ulaşmadı.
İlk gün yerel emniyet müdürlüğü açıklamaları sadece polise karşı direnen bir zanlının hayatını kaybettiğinden bahsediyordu.
Videolar ortaya çıktıktan sonra, bu videoların hem sosyal medyada ve hem de büyük televizyonlarda yayınlanmasının ardından “zanlı direndi” masalları bitti!
Resmi makamlar bu kez de “zanlı bir nedenle sağlık sorunları yaşamaya başladı ve polisler de ambulans çağırdı” tezini ortaya attılar.
Yeni videoların ve kameralara konuşan görgü tanıklarının ardından üçüncü gün polislerin sorumluluğu artık açık bir şekilde gündeme geldi ve videoda görünen polislerden biri “cinayet” zannıyla tutuklandı.
George Floyd’un öldürülmesi karşısında ortalığı kaplayan “Amerikan demokrasisi işte budur” şeklindeki yüzeysel ve aceleci yargılara katılmıyorum.
Evet, ABD’de ırkçılık toplumun dokusunda ve bir kısım devlet kurumlarının işleyişinde de mevcut, ama bir cinayete karşı yükselen toplumsal dalganın kendini ‘I can’t breathe’ (nefes alamıyorum!’) ve ”Tenimin rengi yüzünden beni öldürme” sloganlarıyla nasıl ifade edebildiğini, sürecin gidişatını nasıl değiştirebildiğini de görüyoruz.
Devletin kurumlarının çoğu kez olayı örtbas etmek istemesine karşın basının olaylara tarafsız kalmaya özen göstererek nasıl yer verdiğini, sivil kuruluşların nasıl direndiğini, vatandaşların, bireylerin sesini nasıl duyurabildiğini de izliyoruz.
Pekin’de Tiennenman meydanında protestocu gençlerin üzerine tanklar sürüldüğünde, Rusya’da Çeçenistan’daki isyanın bastırılması amacıyla özel timler operasyona başladığında, ya da Diyarbakır Sur’da hendek kazan vatandaşlara karşı zırhlı birlikler harekete geçirildiğinde tam olarak neler yaşandığını ise bilmiyoruz!
O tarihlerde de bilmiyorduk, aradan yıllar geçtikten sonra hala bilmiyoruz.
Bilemiyoruz.
Çünkü devletin faaliyetleriyle ilgili şeffaflık ve açıklık yok!
Bunu talep edenler de hemen hain olarak damgalanıyorlar.
Çoğu kez devletin kabahati ya da günahı, bir “devlet sırrı” olarak vatandaşlarından saklanıyor.
Oysa devletin, kolluk kuvvetlerinin orantısız güç kullanarak işlediği suçların gizli kaldığı toplumlar, önünde sonunda daha büyük krizler yaşıyorlar. Çünkü devlet hangi önlemleri alırsa alsın “toplumsal vicdan” geri planda var olmaya devam ediyor. Devlet ne yaparsa yapsın ona el süremiyor, insanların vicdanına “yasak koyamıyor”.
Demokrasi dediğimiz şey toplum vicdanının kollektif olarak rahatlayabileceği şeffaflığa imkan veren özgürlüklerin, sorumluluk ve yükümlülüklerin düzeyiyle doğru orantılı bir sistemsel yapı.
Birleşik Amerika’da olup bitenlere bir de bu açıdan bakmakta da yarar var.
Tarık Demirkan