Bildiğiniz gibi insanoğlunun yeni ve çok tehlikeli bir düşmanı belirdi: Korona virüs!
Ülkeden ülkeye, kıtadan kıtaya atlayan ve önlenemez görünen salgın, toplumların siyasetçilerini ve kurumlarını çaresiz bıraktı. Şaşkınlık ve korku dalgaları ülkeleri derinden sarsıyor.
Bu hastalığı yayan canlı türü, yani virüsler sadece gözle değil, normal mikroskopla bile görülemeyecek kadar küçük canlılar. Bilim insanları ancak elektronik mikroskopla inceleyebiliyorlar. Son salgının sorumlusu olan korona virüsü 130 nanometre imiş. 1 nanometre ise bir milimetrenin milyonda biri! Virüsün ebatlarını buna göre hesap edin.
1892’de Dimitri İvanovski adındaki bir Rus bilim insanı tarafından keşfedilen bu yeni canlı türüne Latince “zehir” anlamına gelen “Virüs” adı verilmiş. Bildiğiniz gibi her zehir aslında (aynı zamanda) bir tür ilaç. Bünyeye zerk edilen zehir bağışıklık sistemini harekete geçirir ve güçlendirir. Yani insan bünyesi zehri alt ederek, sağlığını güçlendirerek çıkar hastalıktan. Tabi hayatta kalmayı başarırsa.
Kanımca korona virüsünün 21. yüzyılda toplumları bu kadar derinden sarsmasının nedeni de bu: toplumların bağışıklık sistemindeki zayıflıkları gösteriyor, dünya düzeninin içinde bulunduğu çelişkileri de gün ışığına çıkarıyor. Nihayetinde çözüm bekleyen çok derin sorunları birden görünür hale getiriyor.
Temel sorunlardan biri, küreselleşme ya da yerel kalma ikileminin bir türlü sağlıklı bir sentezinin oluşturulamamış olması.
Sermaye ve üretimin yanı sıra, bilgi, enformasyon, kültür ve turizm faktörleri dünyanın bir ucundan öteki ucuna neredeyse kayda değer hiçbir sınırlama olmadan akıp dururken, öte yandan sağlık, eğitim, yargı, gelir dağılımı gibi toplumların temel mekanizmaları hala yerel düzeyde belirleniyor.
Ve bu mekanizmaların sonuçları arasında bölgeden bölgeye o kadar büyük farklar var ki, bu kabul edilemez uçurumlar nedeniyle küresel dünyanın mimarları bile artık bir süredir feryat ediyorlar.
Ekonomi bütünselleşirken, kar amaçlı üretimin ve dağıtımın önündeki engeller küresel olarak kaldırılıyor. Buna yönelik düzenlemeler dünyanın her yanında bazen savaşlar ve ambargolar pahasına sağlanıyor. Buna karşın mesela sağlık, çevre, eğitim, adalet mekanizmaları dünyanın dörtte üçünü aşkın bir coğrafyada yerel derebeylerinin keyfiliğine terk ediliyor.
Eğer finans ve ticaret anlamında dünyayı bütünselleştirirken, sağlık, eğitim, adalet ve insan hakları anlamında aynı standartlara dayanan bütünselliği sağlayamazsanız, ortaya çıkacak küresel bir krizi de elbette engelleyemezsiniz ve krizin üstesinden gelmede elinizde bir aracın olmadığını fark edersiniz.
Çünkü küresel etkilerle birden yaygınlaşan krize vereceğiniz tek yanıt, kar amaçlı finans ve mal hareketlerinin serbestliğini sağlamak uğruna şimdiye dek yok etmeye çalıştığınız sınırları panik içinde tekrar inşa etmek olabilir. İşte toplumların içe kapanmasının, ulusal sınırların hızla inşasının nedeni de bu.
Bu durum, küresel dünyanın oyun kurucularının inşa ettiği dünya düzeninin temel direği olan üretimin ve ticaretin sonu demektir. Yani büyük zahmetlerle on yıllardır inşa ettiğiniz küresel düzeni kısa sürede kendi elinizle yıkmak zorunda kalıyorsunuz.
Sınırları kapatmak, içe dönmek bir çözüm olabilir mi? Ebetteki hayır! Çünkü dünya artık kendi kendine yeten küçük ve birbirinden bağımsız ülkelerin aritmetik toplamının çok ötesinde bir noktada. Taş baltayla av peşinde koşan kabile topluluklarına geri dönülmeyecek
Bu durum elbette liberal dünya düzeninin ciddi eleştirisini de beraberinde getirecek. Özellikle en büyük denge unsuru Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından gemi iyice azıya alan liberal kapitalizmin eleştirisi olacak bu. Piyasa hareketlerinin tek başına dünyayı düzenlemeye yetmeyeceğinin, tersine krizler üreteceğinin kanıtıyla yüzleşti dünya. Ve görünen o ki, en güçlü eleştiri de bu toplumların kendi içlerinden boy verecek
Ekonomi ve ticaret her şey değil! Kar hırsı ve rekabet dünyayı düzenlemeye yetmiyor! Bölgeler arası uçurumların her biri kendi alanında fitili ateşlenmiş bir saatli bomba! Ve küresel dünyada artık hiçbir refah adası güvende değil! Dün savaş ve sefalet bölgelerinden akın akın yola çıkan göçmenler, bugün korona virüsü, ve yarın kim bilir ne, o güvenli sanılan toplumları temellerinden sarsmaya yetiyor.
Küreselleşme doğal bir süreç. Şu an itibarıyla küreselleşmenin dünyada egemen olan kapitalist liberal dünya düzeninin aracılığıyla gerçekleşmesi bizi şaşırtmamalı, hedefleri karıştırmamıza neden olmamalı. Yapılması gereken küreselleşmenin kendisine karşı çıkmak değil, ekonomik olarak hızla ilerleyen küresel dünya düzeninin, tüm insanlığa hizmet edebilecek, küresel adalet, eğitim, sağlık ve refah merkezi kurumlarını yaratabilmek.
Korona virüsü, milimetrenin milyarda biri boyutlarındaki bu küçük canlı, aslında sadece tek tek insan bünyesini, hücrelerini tahrip etmekle kalmadı, küresel dünya düzenini de derin bir hastalığa sürükledi: görünmezi görünür kıldı.
Bakalım insanoğlunun toplumsal anlamda bağışıklık sistemi buna yanıt verebilecek mi?
Bakalım korona toplumlar için zehir mi yoksa ilaç mı olacak?
Tarık Demirkan