Biraz önce ajanslar geçti: Boris Johnson İngiltere’de muhafazakâr partinin başkanlığına seçilmiş. Ve İngiltere siyasetinin popülist, milliyetçi, ikiyüzlü ve bir o kadar da yalancı figürünün yarın başbakanlığı devralması bekleniyor.
Bir dönüm noktası olacak bu: İngiltere gibi, siyasetin kurumsal ve geleneksel yapısı içinde kurallarına uygun bir şekilde oynandığı, kuvvetler dengelerinin iyi işlediği, Avrupa’nın klasik anlamda köklü demokrasi geleneğine sahip ülkesinde, ne yapacağını kimsenin kestiremediği bir siyasetçi başbakanlık koltuğuna oturacak.
Bu bence en az ABD’de Trump’un başkanlığa seçilmesi kadar önemli. Hatta bir anlamda ondan daha çarpıcı bir gelişme. Çünkü Avrupa gibi, Fransız toplumsal devriminden, Büyük Britanya sanayi devrimine kadar modern toplumların ve klasik demokrasi modelinin somutlandığı kıtada, İkinci Dünya savaşı sonrasında ortaya çıkan toplumsal mutabakatın sonuna gelindiğinin de işareti. Klasik muhafazakar sağ ve sosyal demokrat sol arasındaki tahtravalli bitti. Artık barajlar çöküyor, popülist, milliyetçi, yabancı düşmanı, hatta yer yer ırkçı ve siyasi etik kaygılar taşımayan “yeni elit” iktidarı devralıyor.
Amerika’da Trump’a, Rusya’da Putin’e şimdi İngiltere’de Johnson ekleniyor. Çin’in popülist değilse de son derece otoriter ve pragmatik rejimi de bu çerçevede dünyada ortaya çıkan resme çok aykırı düşmüyor.
Tabi, İtalya, Avusturya, Macaristan, Polonya ve Türkiye ve bir dizi diğer ülkeyi de unutmayalım, ama bu ikinci sırada saydıklarımız, dünya ölçüsünde belirleyici olmaktan elbette uzaklar, sadece geri planda, bu yeni elite destek sağlıyorlar, yeni politikanın elini güçlendiriyorlar.
Durum vahim mi? Evet vahim.
Popülistlerin yerel zaferleri artık küresel anlamda bir dalgaya dönüşüyor.
Birbirlerine verdikleri destek, çoğu kez şaşkınlık verici gibi algılansa da, aslında çok sistematik ve stratejik bir plana işaret ediyor.
ABD seçimlerinde Trump’a verilen Rusya desteği, Erdoğan’a verilen Trump ve Putin desteği, Orban’a verilen Putin ve Çin desteği, Avrupa’da ırkçı popülist hatta faşist hareketlere aktarılan inanılmaz kaynaklar tesadüf değil, derinden derine çok ciddi bir stratejinin uygulandığının işareti.
Almanya ve Fransa ekseni etrafında bir araya gelen ülkeler son çare olarak daha demokratik ve bütünsel bir Avrupa planlarını uygulamaya çalışsalar da, bu çırpınışlarına paralel olarak Almanya’da Merkel’in, Fransa’da Macron’un iktidarının giderek zayıfladığını unutmayalım.
Görünen o ki, toplumsal demokrasi ve modernite yanlısı, hümanist, doğa dostu, ırkçılığa ve savaşa karşı tutum alan kesimlerin, çocuklarına bırakabilecekleri dünya ne yazık ki, bugünkünden çok daha kötü olacak.
Duyuyor musunuz? Bu çanlar hepimiz için çalıyor! Bu gidişi ciddiye almanın zamanı geldi de geçiyor bile.
Tarık Demirkan
23.07.2019