Konu Venezüella, ama meselenin özü aslında ne iktidara sıkı sıkı sarılan Nikolas Maduro ne uluslararası destekli garip bir darbeyle onu alaşağı etmeye çalışan Juan Guaido.
Hatta ne de bu küçük Latin Amerika ülkesinde oynanan trajik ortaoyununun iplerini elinde tutan ABD, Rusya ve Çin.
Madurolar, Guaidolar gelir geçer.
Asıl konu demokrasi.
Evet, kabul edelim ki, her şey birbirine çok karıştı!
“Sağ” ve “sol” kavramları, ya da “emperyalizm” ve “ulusalcılık” da öyle.
Bu allak bullak dünyada, yol – istikamet bulabilmek için sabit noktasını bir şeye karşıtlık temelinde belirlemeye çalışan politikalar, el birliği ile iflas etti.
Berlin duvarının çökmesinden bu yana dünyayı yorumlamak kolay değil.
Öncesinde de değildi, ama hiç olmazsa görünürde kamplar vardı ve bu kampların varlığı taraf olmayı kolaylaştırıyordu.
“Görünüşe inanmayın” ikazları yok muydu? Vardı elbette! Ama sıradan insanların kazın ayağının göründüğü gibi olmadığını anlamaları için o duvarın gümbür gümbür çökmesi gerekti.
Şimdi ise ortalık toz duman, her şey kaygan.
Elini attığın değer, elinde kalabiliyor.
Ya da yapıştığın dalın aslında tam da nefret ettiğin değerin uzantısı olduğunu görüveriyorsun.
Sabit noktan ne olacak?
Bugün mihenk taşlarımızdan biri, diktatörsüz bir dünya talebi olabilir,
Peki, ama kime diktatör diyoruz?
Doğru bildiği ve inandığı ilkeler uğruna gerekirse insanlara acı çektirmekten de geri kalmayan, bildiğini okuyan, toplum içinde mutabakat yaratmayı asla düşünmeyen, kendine karşı olanları elindeki devlet gücüyle yola getiren, susturan, onları hiçbir hakka sahip olmayan parya durumuna indirgeyen, ve erki muhalefetine teslim etmemek için bir iç savaşı bile göze alan siyasetçilere diktatör diyoruz.
Ama asıl mesele, bu diktatörlerin tanımlanmasında değil. Mesele insanların kendi gözlerine çektikleri “ideolojik perdede”.
Çoğu kez gördüğümüzü kabul etmemek için neler söylüyoruz kendi kendimize?
“Evet, biraz diktatör, ama solcu, anti emperyalist, itiraf edelim, başka türlü de olmuyor”.
“Doğru bir lokma despot, ama dini bütün, benim dini değerlerimi yaygınlaştırmaya çabalıyor”,
“Kabul edelim ki astığı astık, kestiği kestik, ama dünyada ulusuna yer açmak istiyor.”
“Laf aramızda zorba bir lider bu, ama hasımları da ona aynısını yapacak, fırsat bulsa.”
Yukarıdaki tanımlamalar ne anlama geliyor?
Bunlar aslında “benim diktatörüm iyidir” demek.
Ama unutmayalım ki, dünyada halk yardakçısı diktatörler bereketini yaratan tam da işte bu!
Evet, asıl konu demokrasi.
Demokrasinin Washington’dan, Moskova’dan, Brüksel’den ya da Pekin’den nasıl görülüp tanımlandığı da değil.
Asıl mesele senin tavrın, sevgili okur!
Sen, yani karar almada ne yerel ve ne de küresel düzeyde etkisi olan, ama alınan her kararda ve uygulamada adına atıf yapılan, sıradan, ve fakat önemli özne!
Sen ne düşünüyorsun?
Benim diktatörüm iyidir, dediğin müddetçe bu dünyadan diktatörler eksik olmayacak.
Çünkü unutma ki, yeni bir diktatör yaratmanın en emin yolu, bir başka diktatörü desteklemek.
Gün gelecek roller değişecek, tarihin sarkacı geri dönecek.
Rejimler değişecek, ama diktatörler asla tükenmeyecek.
Tarık Demirkan