Yeni Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş bir başladı, pir başladı.
Bakın neler söylüyor!
Kuran kursları önünde bir zamanlar nöbet tutarlarmış, jandarma gelirse çocuklar zamanında kaçabilsinler diye!
Kuranları kovuklarda saklarlarmış! Arama falan olur diye evlere götürmemek için!
Utanma arlanma kalmamış!
Ne zaman saklanmak zorunda kalmış Kuran-ı kerim bu ülkede?
Kuranı Kerim her evde bulunurdu ve başköşede olurdu!
Her daim!
Kim cesaret edebilirdi Kurana “yasak yayın” muamelesi çekmeye?
Diyanet işleri başkanı bizim kuşak!
Ve ben ezbere konuşmuyorum!
Kendi hayat tecrübemle tekzip ediyorum, bu yerine yakışmayan “ilim adamının” söylediklerini.
Kuran kursuna ben de gittim, ilkokulda, bir yaz tatilinde.
Aynen Ali Erbaş gibi, çocukluğumun geçtiği bir başka Karadeniz kasabasında.
Bir camideydi ve resmen düzenlenen bir kurstu!
Gizli saklı değil.
Çocukların, aileleri tarafından “haydi yaz aylarında haytalık etmeyin, biraz da dua etmesini öğrenin” diye gönderildiği kurslardan biriydi ve cami imamı tarafından düzenlenmişti.
Bir iki hafta gittiğimi hatırlıyorum, sonra “hocanın” kaba saba tavırlarını, ve anlattıklarının sığlığını beğenmemiş ve bırakmıştım.
Ama dışarıdan ne bir yaptırım olmuştu, ne aba altından sopa, ne de gizli saklı bir baskı.
Cumhuriyetin, din ve Kuranı Kerim üzerinde baskısı olduğunu söyleyen, yalan söylüyor.
Tam tersine Cumhuriyet dinin yanında arayanın bulabileceği bir vicdan özgürlüğü imkânı da sağlamıştı.
Mesela babam, ben din kursuna giderken, akşamları elime Kuranın bir de Türkçe mealini verirdi, “bak bunu da oku, anlamını öğren” diye.
Annem günde beş vakit namazını kılardı, ama isteyen de dini sorgulayabilirdi. Ortam böyleydi!
Peki baskı hiç yok muydu? Evet, tarikatlar üzerinde aslında vardı!
Gizli tarikatların gizli zikirleri “yasalara göre” kovuşturulurdu.
“Hu çekmek” denirdi bu tür zikirlere bizim kasabada.
Akşamları bazı evlerde bir araya gelindiği, zikir yapıldığı da herkesin bildiği bir şeydi.
Bazı evlerde erkekler zikir yapardı! Bazı evlerde ise kadınlar!
Yine de çocukluğumdan tek bir baskın, tek bir kovuşturma hatırlamıyorum.
Çünkü benim çocukluğumda bu baskılar da artık göstermelik kalmıştı.
Adalet Partisinin, arkasına aldığı Amerikan rüzgârıyla Türkiye’de sola karşı İslami ve ülkücü kesimi geliştirmeye çalıştığı yıllardı.
“Bana milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz” lafıyla ünlü olan Demirel, bir yandan da cumaya gidiyor, tarikat liderlerinin desteğini almaya çalışıyordu.
Baskılar dini kesime değil, sola yönelikti.
Diyanet işleri başkanı, aslına bakılırsa “rol çalıyor”.
Onun çocukluğunda Cumhuriyet Türkiye’sinde toplantı ve yasak yayın yaptırımları dini bütün sıradan Anadolu Müslümanları üzerinde değil, hep solcular üzerinde olmuştur.
Ben evinde “solcu yasak yayın” çıktığı için (ki bunlar legal yayınevleri tarafından yayınlanan ve sonra yasaklanan roman vb gibi kitaplardı) yedi buçuk yıl hapse mahkum edilenlerin olduğu bir kuşaktan geliyorum.
Demokrasiyi savunan “bizimkiler” yasak yayından zindanlarda çürürken, Ali Erbaş gibiler o zamanlar kim bilir nerede suspus oturuyorlardı!
Şimdi çıkmış demokrasi kahramanlığı yapıyor!
Uzaydan gelmedik, biz de bu memlekette büyüdük, Ali Efendi.
Hadi ordan!
Tarık Demirkan
20.09.2017