Elimde bir yılbaşı kartı tutuyorum.
Küçük bir kartondan kesilerek hazırlanmış.
Tarih Aralık 1984.
Sol köşesinde iki minik kır çiçeği,
koparılmış, özenle kurutulmuş, karta yapıştırılmış.
Sağ tarafta el yazısıyla şu şiir!
„Biz ki acılarla olgunlaştık
Biliriz kederi, kahrı ve zulmü
Aşkı ve hicranı da biliriz
Nice onmaz denilen yarayı
Acılarla sargılamadık mı
Ve ölesiye bağlıyızdır
Sevdamızı paylaşan
Uzak ve yakın dostlara
Ki ahde vefa denilen şey
Bizimle girmiştir kitaplara
Arkada ise yeni yılda mutluluk dilekleri!
Gençlik hayallerimizin kristal saraylarını çocukluktan birlikte kurduğumuz kardeşim gibi bir yoldaşımın bana gönderdiği kart bu!
Dört buçuk yıl bir hiç uğruna yattığı 12 Eylül zindanından çıktıktan hemen sonra.
Postayla çıkıp geliveren çiçeklerin minik dallarına yüklenmiş acılardı .
Ama aynı zamanda karanlıkların içinden fışkıran bir ümit gibiydi!
Parıltısını, hiç yitirmemiş bir avuç saf altın sarısı güneş gibi.
Bu şiiri aramıştım hemen!
Ahmet Telli’nin şiiriydi.
“Bir süredir kuşlar da yok
Kentin bulanık göğünde
Dumanlı bir uğultu
Uzayıp dururken sokaklarda
Ürküttü bütün kuşları da”
Masum çocuklar da ürkütülen serçeler gibi uçabilselerdi keşke!
Uçamadılar, kaçamadlar!
Ve boranın tipinin ülkede hüküm sürdüğü yıllar geldi!
Çocukların sevdiklerinden koparıldığı yıllar!
Düşlerin zincire vurulmaya çalışıldığı yıllar!
On binlerce, yüz binlerce gencin zindanlarda “daha iyi bir dünya olmalı” hayalinin dipçikle, falakayla, zorla söyletilen marşlarla söndürülmeye çalışıldığı yıllar!
Sonuçta bir kuşak harcandı!
Bir kuşağın yok edilmesinin bir topluma nelere mal olabileceğini anlamak için bugüne bakın!
Koca bir kuşağını hunharca, gaddarca, düşüncesizce silebilen bir toplumun o çok bilmiş siyasetçilerinin hiçbir hesabı tutmadı!
O ümit dolu kuşağı intikamdan ve hırstan gözleri dönerek ve neredeyse zevkle yok ettikleri o toplumda, yarattıkları boşluğu kimler doldurdu?
Bugünlere bakın, bu sorunun yanıtı işte orada!
O kuşak ki, zindanlarda Türkiye tarihinin hiç tanık olmadığı acıları yaşarken bile sakindi, olgundu ve bilgeydi!
“Öfkeyi kollayarak sakin
Kalabilmenin zamanıdır
Biliriz ki bizimledir doğanın
Ve sevdanın gülümseyen sevinci
Ve onlar sahip çıkacaktır bize”
Bu mektubu 33 yıldır taşıyorum!
Taşındığım her ülkede, her şehirde, yerleştiğim her evde, çalışma masamın karşısındaki duvara iliştirilmiş durur.
Satırlarıyla,
sararmış çiçekleriyle,
çekilen acıları, bir kadehteki kekremsi bir şarap gibi bir yudumda içmesiyle
Ve “bizimle birlikte kitaplara giren ah de vefa denen şeyi” hatırlatmasıyla
Bir toplumun kolektif hafızasından asla silinemeyecek olan bir kuşağın tanıklığı bu!
Bizim kuşağımızın yani!
Bir kuşak sadece var oluşuyla değil, yok oluşuyla da mermerden bir kaide gibi kanıt olabilir.
Var olması değil, eksikliği de bir toplumu, şah damarının kesilmesi gibi etkileyebilir
Hiçbir şey sebepsiz değildi!
Bu hayatta değişmeyen tek şey değişimin kendisi değil mi?
Yaşam ne 1980’de durdurulabildi
Ve ne de şimdi mümkün bu!
1980 kuşağı kendini var ederken taşıdığı gururla
ve acılar içinde yok olurken bile asla terk etmediği onuruyla bunun tanığı olsun!
Tarık Demirkan
12 Eylül 2017