Sevgili Nuriye, Semih,
Sizleri şahsen tanımadığım halde satırlarıma böyle başladığım için beni bağışlayın.
Sizle hiç karşılaşmadım, ama sizi siz yapan değerleri;
Yaşadığınız adaletsizlik karşısında insanı kahreden çaresizlik duygunuzun boyutunu;
Bir şeyler yapabilmek, bir şeyleri değiştirebilmek için hayatınızı ortaya koyuşunuzdaki kararlılık ve cesaretinizi ta yüreğimde hissediyorum.
Çünkü sizi tanıyorum!
Çünkü siz bizim çocuklarsınız!
Siz ayakkabı kutularında para istifleyen, kendi refahı, kariyer kaygısı, rant endişesi, iktidar hırsı için her şeyin üzerinden atlayıp geçebilen “Görünürdeki Türkiye’nin” değil,
Demokrasinin, Adaletin ve Refahın herkesin ulaşabileceği bir nimet olması için meşaleyi kuşaktan kuşağa devreden “Öteki Türkiye’nin” temsilcilerisiniz.
Herkesin asla bir daha tekrarlanmayacak tek bir hayatı var.
Ve bu hayatın nasıl yaşanıp nasıl sonlandırılması konusunda tek karar vericinin bireyin kendisi olduğunu düşündüm hep.
Biliyorum, hayat kuruş kuruş da harcanabilir, bir defada da, önemli olan aradan geçen yılların sayısı değil, o tekrarı olmayan mucizenin nasıl ve hangi içerikle doldurulacağıdır.
İnsan buna hep kendisi karar veriyor.
Bu nedenle de başlattığınız “açlık grevi”, her ne kadar bütün Türkiye’yi ilgilendiriyor olsa da, sizin kararınızla başlayan ve sizin kararınızla bitecek olan bir dram!
140 gündür süren kesintisiz çığlığınızın gerekli yankıyı uyandırdığını düşünüyorum.
Üzerinize düşeni fazlasıyla yerine getirdiniz.
Hem Türkiye’de hem yurtdışında son ayların en çok konuşulan, demokrasi eksikliği dendiğinde ilk akla gelen en somut örneği oldunuz.
Yeter! Açlık grevini ona erdirin.
O kuşaklar önce başlayan büyük maratonda koşmanız gereken başka etaplar var.
O büyük türkünün nihayete ermesi için sizin de sesiniz gerek.
Ölümü değil, hayatı kutsayın,
Geri dönün.
İnanın sizin dönüşünüz, 140 gündür taşıdığınız meşaleyi söndürmeyecek, tersine alevini daha da güçlendirecektir.
Bu satırlarımın size bir şekilde ulaşacağını düşünüyor, sevgi ve saygılarımı gönderiyorum.
Tarık Demirkan