Annem, “Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin” diye dua ederdi.
Onlar bugün eğer hesaplarım doğruysa açlık grevlerinin “103. günündeler.
Y ü z ü ç g ü n bu dile kolay!
Onurları için tahammül ettikleri “açlıkla” kendilerinin değil, başkalarının nefislerini insafa getirmek istiyorlar.
Yüz küsur günün ardından elbette her an ölebilirler, bünyeleri fiziken ya da mental olarak bir daha iyileşmeyecek hasarlar alabilir.
İlgili ve yetkili kimse hükümetten, neden gidip görüşmezler, neden ikna etmeye çalışmazlar?
İki insanın hayatta tutulması bu hükümete puan kazandırmaz mı?
Bu kadar katı ve uzlaşmaz tutum getirmedi mi Türkiye’yi bugünlere?
Oysa Anadolu’da namazında niyazında olan ve (annem gibi) açlığı düşmanı için bile dilemeyen merhametli müslümanların hükümetten beklediği “dediğim dedik” (acımasız) müslümanlığı değil,
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça biz sizinleyiz…
Sizin “uzanan bir el bekleyen” tavrınız, ve siz can çekişirken bile “mağrur kibrini” terk etmeyen hükümetin tavrı bu halka çok şey öğretiyor.
Ve tarihe tanıklık olsun.
İnsan yaşarken de ölebildiği gibi, ölürken de yaşar, ya da yaşatır!