Bir yerlerde okumuştum… (Neyi, nerede okuduğunu, lafın sahibinin kim olduğunu şıppadanak bilenlerin önünde hemen burada, daha yazının başında saygıyla eğilirim). Denen o ki, sorulduğunda çocukluğunu sıradan ve mutlu hatırladığını söyleyenler muhtemelen büyük ya da küçük bir takım travmaları farkında olmadan, bir şekilde inkâr ederlermiş.
Ben kendi çocukluğumu düşündüğümde bu durumun hangi noktasında duruyor oluyorum acaba? Çok ama çok, havalara uçacak kadar sevinçli hiçbir şey gelmiyor aklıma. En net hatırladıklarımda benim olmasa bile sevdiğim birilerinin üzüntüleri, sıkıntıları var. Soruyu cevaplayacak olsam yine de sıradan, mutlu bir çocukluk geçirdim, derdim herhalde.
Büyümek galiba bir çocuğun çok da fark etmeden içinden geçtiği bir süreç ama yaşlanmak öyle değil. Dönüp baktığımızda büyümek ne kadar hızlı olduysa yaşlanmak sanki o kadar yavaş oluyor. Her çocucuğun büyüme hayali, her erişkinin ise az da olsa yaşlanma korkusu olduğunu düşündüğümüzde büyürken yaşanan coşkuyu da yaşlanırken hissedilen çaresizliği de anlamak daha kolaylaşıyor. Kaçınılmaz olarak yaşlanırken geçmişe dair hatıralarımızın bir kısmından isteyerek, bir kısmından ise elimizde olmadan vazgeçiyoruz. Bazen de özellikle çocukluğumuza ait anılarımıza (öğle uykusundan anneannemin portakal kokulu kurabiyesine uyanmam) sel suyuna kapılmaktan korkan birinin bir ağaç dalına sımsıkı yapışması gibi ağacın kabukları avuç içlerimizin derisini yüzse de umutsuzca tutunuyoruz. Öyle günler oluyor ki, bir imkanı olsa da o eski anıların içine süzülüverebilsek, loş kuytuluktaki ılıklığın bizi kozası içine alacağını ve tamamiyle güvende olacağımızı sanıyoruz. Oysa hepimiz belki de o kuytuluğun artık bizim için çoktan bir sıkıntı kaynağına dönüşmüş olabileceğini biliyoruz ama umuyoruz işte.
Katalin Sokağı, tipik bir Magda Szabó hikayesi. Öyle ki, okur anlatılan mekanlarda yaşıyor, kişilerin hayatına tedddütsüz, hemen dahil oluyor.
Şimdi dönüp okuduğum üç Magda Szabó kitabına baktığımda bu kadının yaşlanmaya dair bir derdi var(mış), diye düşünmeden edemiyorum. Emerénc yaşlıydı, Iza’nın annesi ha keza… ama bu sefer durum çok farklı… tuhaf… dört çocuk yaşlı var… hangisi daha çocuk, hangisi daha yaşlı karar vermek kolay değil.
Kitapta dört ana karakter var ve her şey bunlardan en yaşlı olanı İrené ile en çocuk olanı Bálint arasında geçen bir aşk hikayesi etrafında önce var sonra birer birer yok oluyor.
Nasıl ki bazıları hiç büyümüyorsa bazı insanlar daha çocukken yaşlı olabiliyorlar. Asıl insanı bu çocukların yaşlılıklarını böyle sahiplenmesi şaşırtıyor. Ben büyük ihtimalle mesleğim sebebiyle yaşlandığında çocuklaşanlara aşina olmaktan ötürü kendini, olduğu gibi halini korumakta, yasını ve kederini yaşamakta kararlı, İrené teslim olmayan Bálint’i çok sevdim ama Irené için Irené’le evlenen Bálint’i anlayamadım.
Katalin Sokağı çoklu yaşamlara dair, okunması gereken, usta elinden çıkma, iyi çevrilmiş (çev.Tarık Demirkan) bir hikaye…
Öyle yani…