Hani terör tehlikesi vardı?
Hani kitlesel bir araya gelişler saldırıya açıktı?
19 Mayıs, hatta 23 Nisan gösterilerini devlet bu nedenle iptal etmedi mi?
Hatta kraldan çok kralcı valiler Atatürk büstlerine çelenk koymayı bile yasaklamadı mı?
Gösterileri iptal etmenin ötesinde, “biz göze alıyoruz” deyip meydanlara çıkanları güvenlik güçleri durdurmadı mı?
Dahası, yürümek isteyenlerin önüne devletin polisi barikat kurmadı mı?
Dört gün önce Gençlik ve Spor Bayramı ve Mustafa Kemal’i anma gününde doruklara tırmanan terör tehlikesi 4 gün sonra şehir Fetih’in 563. kutlama yıldönümü afişleriyle donatılırken suspus mu oldu?
Nasıl iş bu iş?
Mantık yürüterek sonuç almaya çalıştığımızda iki ihtimal geliyor akla.
Birincisi, terör tehdidi iddiasını estirenlerin, öncelikle demokratik, laik, Kemalist, toplumcu ve cumhuriyetçi etkinlikleri hedef aldıklarıdır.
Yani, bu “terör odakları” o tür toplantıları “kana bulamak” tehdidi yaparken, “Türkçü, İslamcı, Osmanlıcı” etkinlikler karşısında köstek değil destek oluyorlardır.
Evet, bu mümkün, böyle terör odaklarının varlığını biliyoruz.
Ama bu durumda devletin görevi kendi resmi bayramlarına ve değerlerine sahip çıkmak değil midir?
Her kesime “eşit uzaklıkta” durması gereken bir devletin yapacağı iş teröre boyun eğip gösteri yapanları yasaklayacağına, güvenliği sağlamak değil midir?
“Türkiye Cumhuriyeti devleti teröre boyun eğmez” diye meydanlarda haykıranların eğer gerçekten istiyorlarsa bunu hayatta da uygulayacaklarını varsaydığımızda, bu birinci ihtimal akla yakın gelmiyor.
İkinci ihtimal daha gerçekçi.
Bu ihtimal bugün Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetenlerin modern Türkiye Cumhuriyetinin kurumlarından, sembollerinden, değerlerinden ve bayramlarından artık kesin olarak vazgeçtikleri ve bunu resmiyete dökmek için de fırsat kolladıklarıdır.
Yıllardır terör bahane edilerek iptal edilen 30 Ağustos, 29 Ekim, 23 Nisan ve 19 Mayıs bayramları bunun net kanıtı.
Kanımca iktidarı ele geçiren bir siyasi hareketin, eğer gerekli toplumsal desteğe de sahipse bu işe girişmemesi için bir neden de yok.
Artık şunu açık ve net görelim: Eğer Osmanlı İmparatorluğunun harabeleri üzerinde yükselen Türkiye Cumhuriyeti toplumsal bir devrim yaratmışsa, şimdi gözlerimizin önünde cereyan eden de bu toplumsal dönüşümün etkilerini silmek isteyen “karşı devrimdir”.
Tarih bize toplumsal hayatta devrimlerin ve karşı devrimlerin yaşanmasının çoğu kez kaçınılmaz olduğunu gösteriyor.
Şimdi bizde yaşananlar gibi.
Ancak bunun adını açıkça koymak lazım.
Tamam, taktik olarak bir süre kaçak güreşmek, “terör vb” var diye toplumun bir kısmını engellerken ve baskı altında tutarken, diğer kısmını pohpohlamak da bir yöntem, ama nereye kadar?
Millet akıllıdır derdiniz hep, evet katılıyorum, millet akıllı ve sağduyuludur.
Ancak bu milletin sadece Türkçü ümmetçi kesimi değil, laik demokratik ve cumhuriyetçi kesimi de akıllıdır.
Yani, naçizane önerim, artık milleti aptal yerine koymaktan vazgeçmenizdir.
Zaman geldi, tüm toplumsal değer ve modelleriyle, simge ve bayramlarıyla Osmanlıyı örnek aldığınızı, ve oraya dönmek istediğinizi itiraf edin.
Vakit tamam, açın bayraklarınızı.
Açın ki, artık zaten kutuplar halinde karşı karşıya gelen toplum bir şeyleri konuşup tartışabilsin.
Tartışabilsin ki, XX. yüzyılda “tek adam” modelinden çoğulculuğa ve demokrasiye gittiği varsayılan Türkiye’nin XXI. Yüzyılda neden ve nasıl tekrar “tek adam” modeline gark olduğunun koşullarını net olarak görelim.
Korkacak bir şey kalmadı: tüm kurumlarını dize getirdiğiniz bu model ayaklarınızın altında ve toplum sizin sunacağınız yeni modelleri bekliyor.
Haydi, açın elinizi…
Tarık Demirkan
23 Mayıs 2016