“Bu ülkenin mahzun kaderi…” diye başlayan nutuklardan oldum olası nefret etmişimdir.
“Enflasyon belası” veya “trafik canavarı” gibi bir takım semboller yaratarak, olumsuzlukların sorumluluğunu kendi üzerimizden atmamızı sağlar çünkü.
Bizim dışımızda, hatta bizim irademize rağmen olup biten şeyler gibi gösterir hatalarımızı.
Biz masumuzdur çünkü. Suçu kendi yarattığımız semboller üzerine yıkar, “elimizden bir şey gelmiyor der”, ruhumuzu kurtarırız.
Sorumlusu “enflasyon belasıdır”, “trafik canavarıdır” “ülkenin mahzun kaderidir”.
Rahatlayalım, derin bir nefes alıp koltukta sırtımızı yaslayalım.
Yarın 1 Mayıs 2016.
Ve sadece üç gün önce DİSK ve diğer bazı kuruluşlar 1 Mayıs’ın Taksim yerine bir başka meydanda da yapılabileceğine karar verdi.
Gönülsüz bir şekilde yaptı bunu, çünkü bazı sendikaların ve bazı sözüm ona sol kesimlerin “ille de Taksim” çığlıkları yükselmeye devam ediyor.
Taksim’de bir kısım gencin polisle köşe kapmaca oynamasının ülkedeki demokrasi üzerinde nasıl bir olumlu etki yapacağı benim için meçhul!
Bunu savunanlar için de öyle olmalı, çünkü bir tür “ruhsal” tatminin ötesinde ülke için kazanç hanesine nasıl bir artı yazılacağı üzerine o cepheden de ikna edici bir şey duymadım.
Ben 1 Mayıslar üzerindeki yasak zincirini kıran bir kuşaktan geliyorum.
Sadece Taksim meydanında değil, ülkenin her meydanında 1 Mayıs’ın anılmasının SUÇ olduğu günleri biliyorum.
Ama o dönemin yükselen toplumsal muhalefeti, haklı isteklerini kitlesel hareketlenmelerle kabul ettirmeyi başarmıştı.
1 Mayıs üzerindeki yasakların kırılmasının tek nedeni buydu!
Yani yığınların belli talepler doğrultusunda harekete geçmesi.
Talepler, insanların beklentileriyle buluştuğunda aşılamayacak engel olmadığını kanıtlıyor geçmiş.
Türkiye’deki toplumsal muhalefetin “beyin takımı” neden uzak görüşlü değil?
1 Mayıs’ın geldiği 3 ay öncesinden belli değil mi?
Kitlesel bir 1 Mayıs için stratejik hazırlıklar yapılabilirdi?
Ülkenin içinde bulunduğu despotluktan rahatsız olan muhalefet arasında işbirliği ve organizasyon bütünlüğü sağlanabilirdi.
Demokrasinin bereketli toprağında her renkten, her türden partinin, grubun, sivil kuruluşun ve bireyin yan yana durabileceği bir ortam yaratılabilirdi.
1 Mayıs 2016, yani işçi bayramı ümitlerin yeşereceği bir “Demokrasi Şenliği” ne dönüştürülebilirdi.
İstanbul Bakırköy’de 1 Mayıs kutlamaları yapılacağı kararı 3 gün önce alındı.
Bakalım bu 3 gün neye yetecek.
“Ülkenin mahzun kaderi” diye bir şey yok.
Bu ülkede laik demokratik bir cumhuriyet ve birey haklarına saygılı bir hukuk devleti kurulacaksa, bu gökten vahiyle inmeyeceği gibi, dışarıdan da bu ülkeye hediye olarak gelmeyecek.
1 Mayıs sadece ilk dileğimizdi, unutmayın…
Tarık Demirkan
30 Nisan 2016