Parçalanan bedenlerin tüm ülkede yankılanan ve vicdan sahibi ruhlarda derin bir merhamet uyandıran çığlıklarının, bir gün “adalet istiyoruz” haykırışlarıyla bin bir odalı sarayınızın kapılarına dayanacağından adım gibi eminim
Demiş ki; “istifa diye haykırıyorlar, böyle olursa devleti yönetemeyiz!”
Devleti yönetmiyorsunuz zaten!
Yönettiğiniz yeri “babanızdan size kalan bir mülk” olarak görüyorsunuz.
Kimseye hesap vermek zorunda olmadığınız;
Hani, “alırım, satarım, istersem yakar atarım, keyfimin kâhyası mısın?” diyebileceğiniz bir mülk!
Tahammülsüzlüğünüzün nedeni de bu!
Çünkü sizin kültürünüz “devlet ve eşit haklı vatandaşları” değil, “sultan ve kulları” ilişkisine kodlanmış.
Kazara da olsa berat size teslim edilmesin bir kez; kendinizi asla “temyiz ve tekzip” edilemez bir makamın sahibi sanıyorsunuz.
O andan itibaren de mührü bir daha elinizden bırakmamak için her şeyi yapmaya kararlı olduğunuzu sözlerinizle, davranışlarınızla ilan ediyorsunuz.
Demokrasiye güvenmediğiniz gibi, onun gerekleri üzerine bir kaygınız da yok!
Farklılıkların sadece varlığı bile sizi kızdırmaya yetiyor.
Verdiğiniz fetvalar -ki bu rafadan yumurtanın kaç dakika kaynaması gerektiğine ait bile olabilir- aynen uygulansın istiyorsunuz.
En küçük görüş ayrılıklarını bile şahsınıza bir saldırı gibi algılıyorsunuz.
Sultan’ı eleştirmek kimin haddine, öyle değil mi?
“Tarih tekerrürden ibarettir” beylik lafına bir zamanlar güler geçerdim.
Ama sizin için ne kadar cuk oturuyor:
Osmanlı sultanlarının 500 yılda geldiği yere 12 yıl içinde nasıl da geldiniz?
Halkınızdan uzaklaştıkça, çareyi saraylara kapanmakta buldunuz!
Rant bölüştürerek, kapıkulu atayarak, tımar dağıtarak büyüttüğünüz şey sadece yalnızlığınız oldu!
Ve ürküten yalnızlığınız büyüdükçe despotluğunuz devleşti!
Ve elbette korkularınız!
Bin bir odalı sarayınızın acaba hangi odasındaki aynaya bakma cesaretiniz kaldı?
Bir zamanlar seçim meydanlarında insanlarla iç içe şiirler okurdunuz!
Şimdi artık, korumalar ordusunun çemberinde çocuğunu kaybeden anneyi yuhalatacak kadar alçaldınız!
Bir zamanlar halkın yaşadığı mahallelerde yaşamakla gurur duyduğunuzu söylerdiniz!
Şimdi acaba bin bir odalı sarayınızın hangi odası Suruç’taki çocukların çığlıklarını,
Ankara’da bombada paramparça olan insanların haykırışlarını;
Çocuklarına ağıt yakan annelerin yaslarını yalıtlayacak kadar mükemmel?
Parçalanan bedenlerin tüm ülkede yankılanan ve vicdan sahibi ruhlarda derin bir merhamet uyandıran çığlıklarının, bir gün “adalet istiyoruz” haykırışlarıyla bin bir odalı sarayınızın kapılarına dayanacağından adım gibi eminim!
Doğuda Osmanlı tarihi, Batıda diktatörlerin tarihi buna işaret ediyor.
Elinizden geleni ardınıza koymasanız da, çare yok, g i d e c e k s i n i z!
Ve bu ülke, bu halk o gün, ölen çocuklarının adlarını ve anılarını tek tek ve rahmetle anacak!
Ve ardınızdan derin bir nefes alacak!