Bu yazıyı Pazar günü yazıyorum. Sandıklar daha kapanmadı.
Ancak kamuoyu yoklamalarına göre cumhurbaşkanlığı seçiminin sonucu aşağı yukarı belli.
Yerel seçimlerin de belliydi.
Ve böyle giderse, 2015 genel seçimlerinin sonucunu da şimdiden bir zarfın içinde bir kenara koyabilirsiniz.
Hani maçlar vardır, 90 dakika dolduğunda, uzatmalardan sonra dersiniz ki, bu maç üç gün daha oynansa sonuç değişmez, yenecek takım belli!
Evet, bizdeki durum giderek buna benziyor.
İktidar ve muhalefet partileri arasındaki oyun/rol paylaşımında, “bu yemek başka türlü pişmez!” Ne yaparsan yap, ortaya bu menü çıkar.
İktidar partisinin ve liderinin yarattığı “yarı totaliter demokrasiden” bahsediyoruz.
Yani “serbest seçimli dikta rejiminden.”
Evet, seçimler hala var, ama bu seçim mekanizması, ortaya çıkan koşullar çerçevesinde rejimin değiştirilmesini mümkün kılmıyor.
Nedenleri aşağı yukarı belli; demokrasilerdeki kuvvetler ayrılığının kalmadığından; yargının bağımsızlığının sona erdirildiğinden; bağımsız basının köküne kibrit suyu döküldüğünden; siyasi yandaşlara dağıtılan ihalelerle yaratılan maddi destekten; astığım astık, kestiğim kestik yönetimiyle işleyen yasalardan; herkesi dinleyen polis devletinden; bağımsız kitle örgütlerinin sindirilmesinden; seçim kampanyası anlamında yaşanan eşitsizliklerden yıllardır bahsedip duruyoruz.
Evet bunlar doğru nedenler. Ve sayıları da arttırılabilir
Ancak, ya muhalefet partileri? Onların alınan bu sonuçta hiç mi katkıları yok?
Bu durumu, yani acizliklerini peşinen kabullenen ve de köşeye bırakılmış bir saksı gibi, “serbest seçimli dikta rejiminde” dekor olmayı içlerine sindirenler?
Başbakanın belirlediği gündemin peşinden koşmaktan yorulmayanlar?
“İktidar maçında” tüm uzatmalara rağmen yeni bir sayfa açamayanlar? Maç üç gün daha oynansa bu durumu asla değiştiremeyecek olanlar?
İktidar partisine muhalefet etmeye çalışırken, onun oyun kuruculuğunda, kurallarında, yol göstericiliğinde oynamaya hayır diyemeyenler? İslam ilkelerini referans alarak aday belirleyenler!
Onlar tümden mi masum?
Hayır, onların bitip tükenmeyen bir çaba içinde olduklarını görüyorum elbet, ama bunun beyhude olduğunu kendilerinin da içten içe fark ettiğini düşünüyorum.
Peki, o zaman neden hem kendilerini ve hem de seçmenlerini kandırıyorlar?
Başbakan 2023’e kadar görevdeyim dedi! Evet, böyle giderse ve sağlığı da elverirse büyük bir ihtimalle böyle de olur.
Hatta; Türkiye’de ana muhalefet partisi işlevinin de, AKP’den kopacak bir grup tarafından üstlenilebileceğini söylemek bile çok şaşırtıcı olmaz.
Çünkü Türkiye süratle muhafazakârlaşırken, sıradan bir figüran rolü üstlenen, hem kavga eden ve hem de karşı tarafın dikte ettiği zeminde güreşmeye çalışan bugünün muhalefeti sadece bu muhafazakârlaşmayı hızlandırıcı işlev görüyor.
Hayat tarzı dünya görüşü, inancı zorla değiştirilmek istenen kesimlere ümitsizlik aşılıyor “bu gidiş geri çevrilemez” bezginliğini yaygınlaştırıyor.
Siyaset oyununun bundan böyle islami kurallar içinde oynanmasının doğru olduğunu de facto kabul ediyor ve bu nedenle de en kararlı (bilinçli) küçük bir seçmen kesiminin dışında, AKP’ye muhalif olan kesimlerin, orta vadede yine İslami kesimden çıkacak olan, muhafazakâr, ama daha yapıcı bir muhalefete oy vermelerinin önünü açıyorlar.
Yazının başında sorduğumuz soruya geri dönecek olursak, seçim tek başına çare değil!
Kendilerini özgür bir şekilde kanıtlama ve tanıtma imkânlarını bulan alternatiflerin var olduğu koşullarda “serbest seçim” çare olabilir.
İktidar güç kullanma yeteneği demektir! Alternatiflerin bu gücü taşıdıklarını kabul ettirebilmelerinin yolu ise hayatın ta kendisi.
Mücadele öncelikle seçimlerde değil, hayatta verilmeli.
Bunun bin bir yönteminin olduğunu, siyasette yaratıcılığın sınır tanımadığını Gezi süreci gösterdi.
10 Ağustos 2014
sendika.org